Efes, tarih öncesi çağlardan Osmanlı İmparatorluğu’na kadar geniş bir zaman dilimine uzanan, arkeolojik ve kültürel açıdan çok zengin bir geçmişe sahip bir kenttir. Farklı medeniyetlerin yükselişine ve düşüşüne tanıklık etmiş olan kent, aynı zamanda çeşitli kültürlere ve inanç sistemlerine de ev sahipliği yapmıştır. Buna bağlı olarak gelişen katmanlı ve çok yönlü kültürel arka plan, Efes’i tarih boyunca stratejik ve kültürel açıdan değerli kılmıştır.
Efes’teki yerleşimin ilk izleri, Çukuriçi Höyük’te yapılan kazılarla ortaya çıkarılmıştır. Bulgular, bu bölgede yaklaşık MÖ 7000’e kadar giden bir yerleşimin varlığını göstermektedir. Bu erken dönem izlerinin ardından, dikkatler Ayasuluk Tepesi’ne çevrilmiştir. Tarihî kaynaklar, Ayasuluk bölgesinin Arzawa-Mira Krallığı’na bağlı olduğunu ve başkenti Apasas olan bu krallığın Efes ile bağlantılı olabileceğine işaret etmektedir. Dolayısıyla Ayasuluk Tepesi, Efes’in ilk ana yerleşim alanlarından biri olarak kabul edilmektedir.
Yerleşim Ayasuluk Tepesi’nden sonra, Efes antik kenti olarak adlandırılan bölgeye kaymıştır. Panayır Dağı ile Bülbül Dağı’nın yamaçları arasına kurulan bu antik kent, Makedonya kralı Büyük İskender’in Anadolu’daki Pers hâkimiyetini sona erdirmesinin ardından, imparatorun generallerinden Lysimakhos tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. Bu yapılanma, kente antik yerleşim düzeni kazandırmış ve Helenistik Dönem’de Efes’in gerçek bir şehir kimliğine kavuşmasına zemin hazırlamıştır.
Efes, deniz ticaretine elverişli konumu ve limanı sayesinde, zamanla Akdeniz’in önemli ticaret merkezlerinden biri hâline gelmiştir. Ayrıca bereketli tarım alanları da şehrin hızla büyüyerek ekonomik ve sosyal açıdan gelişmesine katkı sağlamıştır. MÖ 133 yılında Pergamon Krallığı’nın Roma İmparatorluğu’na miras kalmasıyla birlikte Efes, imparatorluğun Asya eyaletinin bir parçası olmuş ve eyaletin başkenti olarak stratejik önemini sürdürmüştür.
Hristiyanlığın yayılmasıyla birlikte Efes, bu yeni dinin önemli merkezlerinden biri hâline gelmiştir. Özellikle MS 4. yüzyılda, Ayasuluk Tepesi’ne yerleşim yeniden başlamış ve bu bölge, Bizans dönemi boyunca Hristiyanlığın önemli bir merkezi olarak değer görmüştür. Tapınakların kapatılmasından sonra kentin dinî yapıları, Hristiyanlık inancının etkisiyle yeniden şekillenmiştir. Bu dönemde Ayasuluk Tepesi’nde inşa edilen Aziz Yuhanna (St. Jean) Kilisesi, önemli bir hac merkezi hâline gelmiştir. Ayrıca Hristiyan inancına göre Meryem Ana’nın Efes’te yaşadığı ve burada bir evde kaldığı kabul edilmektedir. 19. yüzyılda keşfedilen bu ev, hâlâ günümüzde Hristiyanlar tarafından kutsal bir hac yeri olarak ziyaret edilmektedir.
Türklerin Anadolu’ya girişiyle birlikte, Efes’in tarihinde yeni bir dönem başlamıştır. 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Türk akınları hızlansa da Efes’in Türk egemenliğine girişi, Aydınoğlu Mehmet Bey’in 1304 yılında Birgi ve Ayasuluk’u fethetmesiyle gerçekleşir. Bu dönemde Ayasuluk Tepesi, yerleşim merkezi olarak önemini korumuş ve Türk yapıları ile zenginleştirilmiştir. Özellikle İsa Bey Camisi gibi eserler, bu dönemin estetik ve kültürel mirasını günümüze taşımaktadır.
15. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun Aydınoğulları Beyliği’ni topraklarına katmasıyla Efes, Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Bu dönemde Efes Limanı, Küçük Menderes Nehri’nin taşıdığı alüvyonlarla dolarak işlevini yitirmiş ve kent önemini giderek kaybetmiştir. 19. yüzyılda İzmir-Aydın demiryolu hattının tamamlanması ise bölgenin yeniden ticaret merkezi olarak canlanmasına vesile olmuştur.
Çukuriçi Höyük’ü, Ayasuluk Tepesi’ni ve Efes antik kentini içine alan bu bölge, sahip olduğu zengin kültürel mirasıyla dünyanın önemli şehirlerinden biridir. UNESCO, 2015 yılında Efes’i Dünya Mirası Listesi’ne dâhil etmiş ve kentin önemini tescil etmiştir. Günümüzde her yıl milyonlarca insan tarafından ziyaret edilen Efes, sadece İzmir’in değil ülkemizin de en önemli kültür turizmi duraklarından biridir.